5 Mart 2021 Cuma

SEYİT ALİ ONBAŞILAR BİTMEZ-ŞEHİDLER ÖLMEZ-ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

1889 yılı eylül ayında Balıkesir, Havran ilçesi Çamlık (Manastır) köyünde doğan Abdurrahman oğlu Emine’den olma Seyit Ali  1909 nisan ayında 20 yaşında askere alınır. Dokuz yıl boyunca askerliği bitmeyen bu kahraman 1912 Balkan savaşlarına katılır. Balkan Savaşı bittiğinde de terhis edilmez ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesinde görev alır.  18 Mart 1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçer. Bu sırada Seyit Ali Onbaşı Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevlidir. Yapılan düşman atışları sebebiyle tabyada bulunan topun mermi kaldıran vinci parçalanır ve alanda bulunan diğer askerler yaralanır. Savaşın en amansız zamanında Seyit Ali, 215 kilogram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayarak top kundağına yerleştirir, Üç atış sonunda  HMS Ocean gemisi aldığı yaralarla yan yatar,  kontrolden çıkar, Nusret mayın gemisi'nin döktüğü mayınlardan birine çarpar, bir süre sonra alabora olarak batar. Bu savaşın kaderini değiştirecek olaylardan biri ve en önemlilerindendir. Çanakkale savaşından sonra Seyit Ali Onbaşı’dan fotoğraf çekimi için aynı top mermisini kaldırması istendi. Top mermisini bir türlü kaldıramayan  Seyit Ali Onbaşı “Yine savaş çıksın, yine kaldırırım” dedi. Böyle olunca Seyit Ali Onbaşının fotoğrafı ancak tahta bir mermiyle çekilebildi.

Seyit Ali, 1918 sonbaharında onbaşı rütbesi ile köyüne döner. 1934 yılında Çabuk soyadını alan Seyit Ali Onbaşı kendi halinde ormancılık ve kömürcülükle hayatını sürdürür, teklif edilen maaşı da “ben maaş için değil vatan için savaştım” cevabıyla reddeder. 1939 yılında da akciğer rahatsızlığı nedeniyle vefat eder.

Kahramanlık zoru ve imkansızı başarabilmektir. Kahramanlık çok çok çalışmak, her türlü zorluğu imkansızlıklar içinde aşabilmek, zamanı  geldiğinde savaşmak, vatan için, millet için, Allah için ölebilmektir. Kahramanlık, kanla yazılan destana, kanını ve canını katabilmektir. Ve kahramanlık; hiç kimseden “kahraman” demesini beklemeden sessizce yaşayıp sessizce gidebilmektir. Destanları kahramanlar yazar, onların evlatları anlatır ve yaşatır, vefasız ve nankör nesiller ise unutur.

Trabzon’un yetiştirdiği, bakırcılık sanatının kahramanı olmuş, Maçkalı Bakırcı Ali Çavuş, sanatının zirvesinde, unutulmaz Çanakkale Destanı’nın  kahramanlarından Seyit Ali Onbaşı’ya ve onun şahsında tüm şehidlerimize olan vefa borcunu ödeyebilmek gayret ve niyetiyle, bu top mermisi biçimindeki eserini el işçiliği ile imal etmiştir.  Ağırlığı 61 kilo olup 2.61 metre boyundaki bu eser; Çanakkale Zaferinin 106. yılı olan 18 Mart 2021 anısına, 61 yaşındaki Bakırcı Ali Çavuş tarafından, Seyit Ali Onbaşının şahsında, tarihimize şan veren kahramanlarımızın  ruhuna ithafen, 61-Trabzon’da yapılmıştır.

Seyit Ali Onbaşı’nın ve tüm kahramanlarımızın ve şehidlerimizin ruhları şad olsun.

İNSAN BÜYÜR BEŞİKTE, MEZARDA YATMAK İÇİN,

KAHRAMANLAR CAN VERİR, YURDU YAŞATMAK İÇİN.

Halil İbrahim Güncan

Beyoğlu 16.Noteri


https://www.takagazete.com.tr/milli-ruh-ve-ali-cavus-makale,157095.html

https://www.sabah.com.tr/yasam/2021/03/18/bakir-ustasindan-25-metrelik-top-mermisi

https://www.aa.com.tr/tr/yasam/bakir-ustasi-ali-cavus-seyit-onbasi-anisina-2-metre-61-santimetrelik-top-mermisi-yapti/2178675


https://www.internethaber.com/bakir-ustasi-ali-cavus-seyit-onbasi-anisina-2-metre-61-santimetrelik-top-mermisi-yapti-foto-galerisi-2170880.htm


https://www.usakhabermerkezi.com/haber/diger/bakir-ustasi-ali-cavus-seyit-onbasi-anisina-2-metre-61-santimetrelik-top-mermisi-yapti-h2294.html













7 Eylül 2017 Perşembe

HÜRREM SULTAN


Benim Adım Hürrem; Osmanlı İmparatorluğunun 10.Padişahı ve 89.İslam Halifesi Kanuni Sultan Süleyman’ın nikahlı eşiyim. 1506 da eski adı ile Lehistan şimdiki adıyla Ukrayna’da doğdum, doğduğumda adımı  “Aleksandra” koymuşlar. Şimdiki Avrupa ise beni “Roxelana” adıyla tanır ve bilir. 14 yaşında bir çocukken 1520 de  Tatar akıncılar beni alıp Kırım Hanı’na teslim ettiler. Daha sonra Osmanlı Sarayı’na gönderildim. sarayda özel bir eğitim aldım. Güzelliğim, zekam ve becerilerim ile  Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın ilgisini çektim. Ben Kanuni Sultan Süleyman’ı çok sevdim, o da beni çok sevdi. Padişah ile resmi nikahı olan ilk cariyeyim. Kanuni Sultan Süleyman'a bir kız, dört erkek evlat verdim.18.nisan 1558 de vefat edene kadar şimdi Haseki hastanesi olarak bilinen İstanbul Haseki semtindeki Haseki külliyesini, Ayasofya’da yoksullar için aşevini yaptırdım. Ölümümden sonra Joseph Haydn 60. Senfoniyi benim için besteledi. Ukrayna'nın Rohatyn kentinde benim için bir anıt yapıldı.  2007 yılında, Ukrayna'daki bir liman kenti olan Mariupol'da, Tatarlar yine adıma ve onuruma bir müze açmıştır.
Her ne kadar Ukrayna doğumlu bir Hıristiyan olsam da Allah bana Müslüman olmayı nasip etti. Müslüman oldum ve kendimi daima bir Müslüman olarak ve Türk olarak gördüm. Kanuni Sultan Süleyman’ın doğduğu ve kayınpederim Yavuz Sultan Selim’in 22 yıl sancak beyliği ve valilik yaptığı Trabzon’da dededen toruna bakır ustası Bakırcı Ali Çavuş’un, benim geçmişimdeki Hıristiyan çocukluğumdan Müslüman olduğum günlere hayatımı resmederek, bana ithaf ettiği “HÜRREM SULTAN İBRİĞİ”  benim için çok özel bir hediye oldu. İstanbul’da Süleymaniye Camii avlusundaki türbemden sizlere selam gönderiyor ve  beni unutmayan ve rahmetle yadeden Bakırcı Ali Çavuş ve bütün sevenlerimden Allah razı olsun diyorum. Sizler de bana ithafen yapılmış  bu ibriğe baktıkça dua ve Fatihalarınızı esirgemeyin olur mu?.....

24 Nisan 2015 Cuma

26 Şubat 2014 Çarşamba

YAVUZ SULTAN SELİM İBRİĞİ

Yavuz Sultan Selim Han 10 ekim 1470 te doğmuş, 22 eylül 1520 de vefat etmiştir. 9.Osmanlı padişahı, 75.İslam Halifesi ve ilk Osmanlı Halifesidir. 29 ağustos 1516 tarihinde Halife ilan olunduğunda Hakim’ül Harameyn hitap ve ünvanını reddetmiş kendisini “hadim’ül Harameyn’uş- Şerifeyn(Mekke ve Medine’nin Hizmetkarı) olarak kabul etmiştir. Babası II. Bayezid, anası Gülbahar Hatun, eşi Ayşe Hafsa Sultan'dır. Babası Sultan İkinci Bayezid, padişah olduktan sonra, askeri sevk ve devlet idareciliğini öğrenmesi için, Şehzade Selim’i Trabzon Sancağı’na tayin etti. Şehzade Selim, Trabzon’da devlet işlerinin yanında, ilimle uğraşır ve büyük alim Mevlana Abdülhalim Efendi’nin derslerini takip ederdi. 22 yıl gibi uzun bir süre sancak beyi olarak Trabzon’u çok güzel idare eden Şehzade Selim’in bu arada komşu devletler de ilişkisi oldu. Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına kattı (1508). Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi müslüman oldular.  26 mayıs 1512 de Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; halifelik 29 ağustos 1516 da Abbasilerden Osmanlı Hanedanına geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan Kırım Hanı Mengi Giray, ona askeri destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. Yavuz Sultan Selim Eylül 1520'de şarbon hastalığına bağlı olarak Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz 49 yaşında iken vefat etmiştir. Yavuz’un Mısır seferine giderken hocası İbn’i Kemal’in atının ayağından sıçrayan çamurla kirlenmiş kaftan vasiyetine uygun olarak sandukası üzerine örtülmüştür. 
Yavuz Sultan Selim öylesine fetih aşkıyla doluydu ki “bu cihan bir sultana çok gelir ise de iki sultana az gelir demişti. Önce Şah İsmail’e karşı Tebriz seferine çıkan Yavuz Sultan Selim’in Alevileri katlettiği iddiası büyük bir yalan olup Yavuz Tebriz’i bir damla kan dökmeden fethetmiştir. Tam tersine Şah İsmail öz annesi olan Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın kızı ya da kızkardeşi olan Halime hatunu sünni olup Aleviliğe dönmediği için katledecek kadar cani ruhlu bir insandı.
Büyük bir veli olan Muhiddin-i Arabi Hazretleri o zamanın insanlarına: “Sizin taptıklarınız benim ayaklarımın altındadır” dediği için zamanın alimleri idamına hükmetmişler ve idam edilmişti. Muhiddin-i Arabi Hazretleri'nin, vefat etmeden söylediği başka bir söz vardı. Arapça olarak söylenen sözün manası şuydu: "Sin Şın'a girdiği zaman Muhiddin'in kabri meydana çıkar" Bu söz alimlerce şöyle çözülmüştü: Sin ile kastedilen, Sultan Selim yani Yavuz'dur. Şın ile kastedilen ise Şam şehridir. Sultan Selim Şam'a girince Muhiddin-i Arabi Hazretlerinin kabri bulunacaktır." Aynen denildiği gibi olmuş ve mübarek zatın kabrini Yavuz Sultan Selim bulup yaptırmıştır. Hadisenin seyri şöyledir: Yavuz Sultan Selim, Şam'ı fethettiği zaman Muhiddin Arabi Hazretleri'nin kabrini araştırdı. Bulunan mezar kazıldığında görüldü ki mübarek cesetleri aynen duruyor, çürümemiş. Yavuz, oraya Muhiddin Arabi'nin şanına layık bir türbe ve cami  yaptırdı. Vefatına sebep olan söz üzerinde de durdu. Hz. Muhiddin, "Sizin taptıklarınız benim ayağımın altındadır" demişti. Hangi mekanda o sözü söylediği de tesbit ettirilip kazıldığında, oradan bir küp altın çıktı. Muhiddin-i Arabi Hazretleri o sözle hem "siz maddeye tapıyorsunuz" demek istemiş ve hem de orada bir küp altın bulunduğunu ve yerini haber vermek istemişti.
Yaklaşık 8 Ay Mısır’da kalan Yavuz Sultan Selim Han, ordusuyla dönüş yoluna koyulmuştur. Böylece Osmanlı tarihinde en uzun süren bir sefer nihayete ermiştir. İstanbul’dan bu sefer için ayrılmasının üzerinden 2 yıl, 2 ay geçtikten sonra ancak İstanbul, Üsküdar’a gelinebilmiştir. Muzaffer bir kumandan, bahtiyar bir Sultan ve tüm Müslümanların Halifesi sıfatını beraberinde getiren Yavuz Sultan Selim Han, üstelik vatan topraklarını bir misli katlamış olarak İstanbul’a dönmektedir. İstanbul halkı heyecan içindedir, her yerde büyük şenlik hazırlıkları vardır. Sultanlarını bağırlarına basmaya hazırlanmaktadırlar. Bu çok büyük ve tarihi bir gündür. Üstelik bu günü aylardır heyecanla bekliyorlardı. Halkın bu arzusu, coşkusu ve hazırlığı Sultan’a arz edilir. Yavuz Sultan Selim Han, sanılanın aksine gösterişi, debdebeyi ve şahsına çok itibar edilerek pohpohlanmayı sevmeyen bir yaradılışta idi. Hazırlanan bu karşılama törenlerini nefsine gurur ve kibir getirir endişesiyle tasvip etmedi. Ama bütün bu hazırlıklara engel olamayacağını düşünerek bir tedbir geliştirdi. Ertesi günü Üsküdar’dan İstanbul’a geçecekken, yanına yakınlarından birkaç kişiyi alarak gece gizlice bir kayığa binip Topkapı Sarayı’na geçmiştir. Ertesi günü Sultan’ın Topkapı Sarayı’na girmiş olduğunu duyan halk hiçbir tören yapamadan dağılmak zorunda kalmıştır.
Sultan Selim, babasından devraldığı boş hazineyi ağzına kadar doldurmuştur. Hazinenin kapısını mühürledikten sonra, şöyle vasiyet etmiştir: "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührümle mühürlensin." Bu vasiyet tutulmuş, o tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı yaklaşık 400 yıl sonra imparatorluk sonuna kadar Yavuz'un mührüyle mühürlenmiştir.
İyi bir şair olan Yavuz Sultan Selimin aşağıdaki  yazdığı şiir, soldan sağa ve yukarıdan aşağıya bölünmüş kelimelerle okunduğu zaman, anlam bütünlüğü bozulmaz. Bu olay şiir alanında ilk ve tek örnektir. 1. Selim'in bu şiiri Şah İsmail için yazdığı rivayet olunur.
Sanma şahım/   herkesi sen,/      sadıkhane/   yar olur
Herkesi sen/   dost mu sandın,/   belki ol/    ağyar olur
Sadıkhane/   belki ol/                alemde,/      dildar olur
Yar olur,/   ağyar olur,/         dildar olur,/   serdar olur.
Yavuz Selim han hazretlerinin hafızası o kadar kuvvetli imiş ki; dinlediği bir şey ne kadar uzun olursa olsun satır satırına, noktası virgülüne hafızasına alırmış. Vezirlerinden birisi de o kadar zeki ki ikinci dinleyişte; diğer bir veziri ise üç dinleyişte dinlediğinin tamamını ezberlermiş. Yavuz Selim hana şairin birisi gelir ve Sultanım şöyle güzel bir şiir yazdım diye arz eder, Yavuz Selim Han ‘Oku dinleyeyim’ buyuruyor. Şair şiirini baştan sona okuyor. Yavuz Selim han ‘bu şiir yeni değil ki’ deyince şair; Efendim, bu şiiri daha dün gece yazdım ve ilk defa size okuyorum’ der, Yavuz Selim Han, ‘Ben bu şiiri ezbere biliyorum, bak okuyayım bir dinle der ve  Padişah baştan sona şiiri okur, şair hepten şaşırıyor, devamında Yavuz Selim Han  bak bu şiirimi vezirlerim de bilir deyip iki defa dinlemekle ezberleyen vezirine şiiri okutturuyor. Ardından üçüncü defa dinlemekle ezberleyen diğer vezirine de okutturunca şair kelle korkusundan oracıkta düşüp bayılıyor. Sonrasında padişah şairi ödüllendirir ve taltif ederek gönlünü alır.

Ömrü kısa, ancak yazdığı tarih büyük ve uzun olduğu için gölgesi uzun ancak ömrü kısa olan ikindi güneşine benzetilen Yavuz Sultan Selim’in Hırka-i Saadet’i ve mukaddes emanetleri Mısır”dan getirip Topkapı Sarayındaki  odadaki mevkiine koyduğundan beri kırk hafız nöbetle Kur’an okur. İlk okumaya başlayan birinci hafız da bizzat Yavuz Sultan Selim’dir. . Ölümü yaklaştığında vezirine “bu ne haldir” diye sorduğunda veziri “sultanım, Allah’la olmak zamanıdır” der. Son sözlerinden birisi de budur ki “lala sen bizi şimdiye kadar kiminle beraberdir zannederdin” diye cevap verir.
                İşte bu tamamen el yapımı bakır ibrik, büyük sultan Yavuz Sultan Selim Han’ın Türk tarihinde zaferler ayı olan  ağustos ayının 29 unda hilafeti teslim almasına ve Osmanlı’nın birinci halifesi olmasının 498.yılına ithafen 2014 yılında Bakırcı Ali Çavuş tarafından imal edilmiştir.



15 Aralık 2013 Pazar

SUMELA SİLUETİ VE FATİH SULTAN MEHMET PORTRESİ İŞLENMİŞ İKİ ESERİM VE BEN

Aşağıdaki iki eserim Trabzon'da Atatürk Köşkü önündeki TUĞANA GÜMÜŞ bahçesinde sergilenmektedir. 15.12.2013 günü onlarla birlikte alınmış resimler aşağıdadır: